Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan...
Halil Cibran
İlişkilerde en çok kullandığımız savunma mekanizması; kendi içimizdeki duygu ve kalıplaşmış düşünceleri temel alan yorumlarla, eşimizin davranışlarına yönelik tahminlerde bulunmaktır. Çoğu zaman yaptığımız çıkarımların tahmin olduğunun bile farkına varmayız.
İlişkide olduğumuz partnerimize bakıp onun ne düşündüğünü ve neden öyle davrandığını çok iyi bildiğimize inanırız. Hatta bazı ilişkilerde bunun bir sevgi ifadesi olduğunu öne süreriz.
Mesela; eşimizin yüzüne bakıp yüz kaslarını gergin gördüğümüzde, otomatik olarak "benim seyahate gitmeme kızıyor” gibi bir çıkarım yapıyorsak, işte o anda bir “tahmin” yapmış oluruz. Bazen de bu zihinsel kurguya inanıp, onun kızgınlığına sinir olup, ters cevaplar bile verebiliriz.
Cinsler arası en sık karşılaşılan yargılar, erkekler için;
"Erkekler yüzeyseldir, duygusuzdur"
"Erkekler uçkurunun peşinden gider”
"Şiddet ve savaşmak onların kanında var"
“Erkekler empati kuramaz” gibi ifadeleri içerir.
Kadınlar için ise;
“Kadınlar hassas, kırılgan ve yumuşak başlı olur”
“Kadınlar şiddetten uzak durur"
“Konu cinsellik olduğunda kadınlar “hanımefendi” olmalıdır” tahminleri çalışır.
Kadın için de, erkek için de bu gibi genellemeler, hep bu savunma mekanizmasının ürünüdür.
İlişkilerimizde ise kadının erkeğin egosunu okşaması ve gücünü kabul edip sorgulamaması beklenir. Erkeğin de kadını koruyup kollaması, dünyadaki çirkinliklerden uzak tutması ve biricik sevgilisi olduğunu hissetirmesi beklenir.
Maalesef bu beklentilerin karşılıklı olarak tam anlamıyla tatmin edilmesi mümkün değildir. Ne kadın ne de erkek için ...
Cinsler arası savaş da tam olarak bu kalıplaşmış toplumsal beklentilerin gerçekleşmemesinden kaynaklanır.
Ancak asıl mesele, eşleşen bireylerin gelişim sürecinde ebeveynleri ile yaşadıkları ilişkilerdeki duygusal yaralardır. Örneğin kimi kadınlar; çocukken ihtiyaç duydukları güveni ve önemsenme duygusunu babaları ile tamamlayamadıklarında, bu boşluğu dolduracak kişinin eşleri olduğunu düşünürler. Bazı erkekler ise anneleri ve babalarından ihtiyaç duydukları desteği alamadıklarında, içlerinde deneyimledikleri yetersizliklik duygusunu eşlerinin bertaraf etmesini beklerler. Bu durumdaki kadınlar önemsenme ihtiyaçlarından, erkekler ise yetersizlik duygularından habersiz bir arayış içerisindedirler. Ve tabi ki hiç bir eş bu boşlukları tamamlayamaz.
Bunun tek çaresi eşlerin bu beklentileri bir kenara bırakıp, bireysel olarak kendi duygusal yaralarının farkına varmalarıdır. Bu kimselerin ihtiyaç duydukları ebeveynliği kendi içlerindeki çocuğa sağlamayı öğrenmeleri gerekir. Birey kendi içinde, her iki cinsiyeti de içeren sağlıklı bir ebeveynlik geliştirdikçe, kendi içindeki eril ve dişil enerjileri de olgunlaştırmış ve dengelemiş olur.
Bu farkındalığa varan bireyler, eş ilişkisinde, birbirlerinin yaralarına basmamak veya merhem olmak için gayret sarfetmekten, kendi yaralarına özen göstermeye döner; bireyselleşirler. Bu ilişki şeklinde eşler, gelişimsel yolculuklarında birbirlerine destek olurken, bu durumun bir şans olduğunun bilincine varırlar. Bu tür ilişkiler bağımlılıktan bağlılığa evrilmiştir. İçsel eril ve dişili olgunlaşıp, dengelendikçe, ilişkilerde olgun sevgi deneyimlenebilir.
Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez....
Halil Cibran